Kölelik Tarihi 3 Müslüman Toplumda Köle ve Cariye
Kölelik Tarihi 3 Müslüman Toplumda Köle ve Cariye
2010’lu yıllarda İslam adına ortaya çıkmış bazı örgütler köleleştirme faaliyetleriyle anıldı. Irak ve Suriye’de IŞİD (veya DEAŞ), Kuzey-doğu Nijerya’da Boko Haram örgütleri, kadın ve kız çocuklarını kaçırıyor ve esaret altında tutuyordu. Bu yöndeki haberler uluslararası kamuoyunda büyük ilgi uyandırdı.
Akademi dünyası konuya aynı şekilde heyecanla yaklaştı. Gazete haberlerini bilimsel tezler tamamladı. Batı’da Şarkiyatçı geleneğin köklü yayınevleri, IŞİD’in Yezidi kurbanlarından hareketle İslam’da kölelik sorunsalı üzerine, tıpkı eski günlerde olduğu gibi, hacimli kitaplar ve makaleler yayınlamaya başladı.
Bu örgütlerin Batılı istihbarat servisleriyle bağlantıları veya emperyalist müdahaleye zemin hazırlama gibi işlevleri tartışılmaya değer bulunmadı. Aslında icra ettikleri eylemler, ABD-Meksika sınırında veya Akdeniz üzerinde yaşanan insan ticaretiyle, Hollanda veya Tayland’da görülen fuhuş köleliği fenomeniyle mukayese edilemeyecek kadar sınırlı düzeyde kalmış olabilirdi. Ancak yine de Şarkiyatçı tezleri tekrarlamak için büyük fırsat doğmuştu.
Şarkiyatçılığın günümüz temsilcileri şu mesajları vermeye odaklandı: “Şeriatçı” ve “cihatçı” örgütler, İslam dünyasında köleliğin kaldırıldığı görüşünü çürütmüştür. Kölelikle ilgili muâmelât, temel fıkıh metinlerinin bir parçası olmaya devam ederken köleleştirme eylemleri bu metinlere referansla meşrulaştırılmıştır. Şu halde geleneksel İslam fıkhının tatbik edildiği toplumlarda köleliği kaldırmak mümkün değildir, vs.
İslam adına esir alma faaliyetleri, ay yıldızlı bayrağıyla Moritanya’nın dünyada köleliği en son kaldıran ülke olarak kayda geçmesinden yaklaşık otuz yıl sonra başladı. Bu faaliyetler bir anlamda geleneksel İslam fıkhıyla kölelik karşıtı modern politikaların uzlaştırılmasındaki güçlüğü ortaya koydu. Farklı ülkelerden 126 Müslüman âlimin IŞİD liderliğine açık mektup yazarken yaptığı gibi modern dünyayı örnek göstererek geleneksel zihniyeti câriye sisteminden vazgeçmeye çağırmak çözüm değildir.
Çözüm, çağlar boyu kanıksanmış ve meşrulaşmış gözüken bir sapmayla yüzleşmekten geçer. Cihadın anlamının silahlı çatışmaya indirgenmesi ve köleleştirme faaliyetleriyle irtibatlandırılması bu sapmanın temel aşamalarıdır. İnsanları zincire vurup köle pazarına sürmek değil, kalplerini fethetmek esas olmalıydı.
Tarihi olayları ve eylemleri günümüzün değer yargılarıyla eleştirerek “şimdicilik” (presentism) veya anakronizm hatasına düşme ihtimali her zaman vardır. Fakat böyle bir endişe, geçmişin kötülükleriyle hesaplaşmaya engel olmamalıdır. Köleci rejimleri savunmak, şu gerçeklere gözlerini kapamak anlamına gelir:
1) Tarihin hiçbir döneminde kölelik insanların gerçekten arzuladığı bir statü olmadı. Firar ve isyan vakaları hiç eksik olmadı. 2) Hür kesimlerden yükselen itiraz sesleri daima bastırıldı. Aristo dahi kölelik kurumuna itiraz edenlerin varlığını âdeta ağzından kaçırdığı içindir ki Eski Yunan’da kölelik karşıtlarının varlığından haberdarız. 3) Âşık Figânî’nin İstanbul Esir Pazarı’nı anlatan şiiri gibi günümüze ulaşabilen ender tanıklıklar göstermektedir ki, köleliğin doğasında içkin ağır mağduriyetler, hak gaspı ve istismar herkesin farkında olduğu hususlardı. Köle tâcirlerine dair olumsuz değer yargıları bütün köleci toplumlarda mevcuttu. Müslüman toplumlar söz konusu olduğunda ise (4) Kur’an’ın köleliğe çözüm getiren buyrukları ve ilk Müslümanların örnekliği yok sayılamaz.
Buna rağmen erken saltanat dönemlerinden itibaren kölelik düzenini tercih etmenin bedeli ağır oldu. Belki de bu yüzden İslam coğrafyası yüzyıllarca belli sınırlara hapsoldu. Aslında tüm insanlık bedel ödedi. Konvansiyonel kölelik veya serflik düzenine, sömürgecilerin, otoriter rejimlerin veya şirketlerin köleleştirme operasyonlarına maruz kalan dünya halkları için Müslümanlar umut olamadı.